Dünya ve Türkiye zor günlerden geçiyor. Bir gece içinde Türkiye ve Avrupa’nın farklı ülkelerinde kaynağı, sebebi ve sonucu kestirilemeyen eÅŸ zamanlı terör olayları gerçekleÅŸebiliyor. Sıradan insanın gündelik hayatı geri dönüşü olmayan bir biçimde ÅŸizofrenik bir gerçeklik algısı uçurumundan yuvarlanıyor. Gündelik hayatın dinamikleri zedelendikçe vekâlet savaÅŸlarının tetikçisi terör örgütlerinin saflarına katılma ihtimali yükselen ve giderek radikalleÅŸme eÄŸilimleri gösteren genç kuÅŸaklar dünyanın dört bir yanından kirli ırmaklar misali sonlarına doÄŸru ilerliyorlar. Dağılma eÄŸilimine girmiÅŸ Suriye ve Irak gibi ülkelerde tarihte eÅŸine az rastlanır insanlık felaketleri olaÄŸanlaşırken, Avrupa ve dünyanın her yerinde kentler ve genç kuÅŸaklar bu felaketlerin dinamikleri tarafından uç noktalardaki ideolojik yaklaşımlarla yeniden biçimlendiriliyor. Tüm dünyada toplumsal yaÅŸam kırılganlaşıyor, hepimiz neredeyse her gün kendimize bizim için nasıl bir gelecek mümkün sorusunu soruyoruz. Türkiye tüm bu süreçte bir sırat köprüsünden geçiyor. Sanki tüm dünyanın yer altındaki tektonik plakaları altımızda birleÅŸmiÅŸ, sürekli yeni deprem dalgaları üretmeye hazır bir biçimde bekliyor. Mevcut sistemin tüm çeliÅŸki ve çatışmaları bu küresel dalgaların etkisiyle bugüne kadar tanık olmadığımız sınavlardan geçmemize sebep oluyor. Toplumsal iliÅŸkiler, siyasal gelenekler, iktidar yapısı, iktisadi eÄŸilimler, gündelik iliÅŸkilerimiz, kentlerimiz, komÅŸularımız ve akıl saÄŸlığımız her gün yine ve yeniden sınanıyor. Peki, ne oldu da çok deÄŸil beÅŸ yıl önce küreselleÅŸmenin ve yerelleÅŸmenin el ele müreffeh ve yaÅŸanabilir bir dünyanın kapılarını açacağına iliÅŸkin var olan iyimserlik dalgası yerini kısa bir sürede Arap Baharına, dağılan devletlere ve denetlenemez küresel bir terör dalgasına bıraktı? Burada niyetim akademik bir bakış açısıyla küreselleÅŸme kuramlarından yola çıkarak dört başı mamur bir çatkı oluÅŸturmak deÄŸil açıkçası. Daha çok, bir iki noktada tespit yapıp çözüm olabilecek bazı unsurlara iÅŸaret etmek niyetindeyim. Çünkü hepimiz bugünlerde olan biteni anlamlandırmaya her zamankinden çok ihtiyaç duyuyoruz.
Öncelikle mevcut küresel sistemin ekonomi-politiÄŸine iliÅŸkin bazı deÄŸinmelerde bulunmak gerekiyor. Aslında 2009 yılındaki Amerika BirleÅŸik Devletleri kaynaklı küresel iktisadi krizin yaÅŸanan her ÅŸeyin kaynağı olduÄŸunu söylemek mümkün. Oysa o günlerde bir anda nasıl da bir iyimserlik dalgası yayılmıştı. Ä°ktisadi krizin çözümünün küresel refah devleti yaklaşımları ile çözülebileceÄŸi, kapitalist üretim tarzının ve finans kapitalin sonunun geldiÄŸi söylemleri yaygın bir ÅŸekilde tartışılıyordu. Nobelli Paul Krugman gibi liberal yazarların Bush yönetimine getirdiÄŸi eleÅŸtirilerde bile eÅŸitsizliklerin daha azaldığı bir dünyanın tartışıldığı görülüyordu. Ancak, çok kısa bir sürede, birbiri ardına yaÅŸanan siyasi geliÅŸmeler ve bölgesel savaÅŸlar bizi bugüne getirdi. Küresel ekonomi-politik açısından küresel eÅŸitsizliklerin azaltılması söylemi yerini kısa bir sürede yapay zekâ ve makineleÅŸmenin insanları nasıl iÅŸsiz bırakacağı, finans sermayesine bir ÅŸekilde bağımlı kılınmış geliÅŸmekte olan ekonomilerin sürdürülebilir büyümeyi istikrarlı kılmak için daha hangi ulusal kaynakları elden çıkarmaları gerektiÄŸi tartışmalarına bıraktı. Bunu ekonomik geliÅŸme ve kalkınma söylemlerinde bile izlemek mümkün. Küresel ÅŸirketler cep telefonu gibi küresel mal ve hizmetlerini satabilecekleri istikrarlı ulusal düzenler ve toplumsal refaha ihtiyaç duyuyorlar ÅŸeklindeki ifadeler yerini, kaynağı bilinmeyen bir dağılma sürecine uÄŸrayan Orta DoÄŸu gibi coÄŸrafyaların kaderine iliÅŸkin tartışmalara bıraktı. Tüm dünyanın ortak sorunları olan küresel ekolojik felaket gibi konularda bile siyasi bir istikrarsızlığa sürükleniyoruz. Her ne kadar Ekvator’da toplanan Habitat gibi toplantılarda iklim deÄŸiÅŸikliÄŸi ve sürdürülebilir kalkınma gibi konular yeniden gündem olduysa da, tüm bilimsel verilere ve bire bir yaÅŸamaya baÅŸladığımız sonuçlarına raÄŸmen ekolojik intihar giriÅŸimi olarak adlandırılabilecek gidiÅŸatımız bile hafife alınmaya, bazı kesimler tarafından, Trump’ın seçim kampanyasında olduÄŸu gibi bir komplo teorisi olarak adlandırılmaya baÅŸlandı. Neredeyse küresel kapitalist sistem ve liberal söylemler dünyayı karanlık bir girdaba çekmeden deÄŸiÅŸmeyeceklerini ilan eder gibiler.
Makro ölçekte, küreselleÅŸme sürecinin içine girdiÄŸi bataklığın iki temel sebebi olduÄŸunu söylemek mümkün. Son yirmi yıldır neredeyse her yıl aÄŸzının içine bakılan Amerikan Federal Merkez Bankasının kerameti kendinden menkul “parasal geniÅŸleme” politikasının birincil unsur olduÄŸu söylenebilir. Bir nevi küresel para basma makinesi haline gelen FED, gerçek kâğıda bile basılmadan elektronik olarak “yapılan” trilyonlarca dolar parayı Amerikan tarzı yaÅŸam biçimini tamamen borca dayalı olarak finanse etmek için kullanırken, aynı zamanda uzunca bir süredir ortaya çıkan enflasyonist eÄŸilimleri dünyanın daha kırılgan diÄŸer ülkelerine ihraç etmektedir. Finans sermayesi üzerine yapılan araÅŸtırmalar bu mekanizmanın temelinde gerçekte bulunmayan bir paranın, gerçek ekonomiye dayalı faiz gelirlerini toplamak için kullanılmasının ve neredeyse tüm dünyanın bir dolar sömürgesi haline getirilmesi gerçeÄŸinin bulunduÄŸunu ortaya koyuyor. Dış sermaye giriÅŸine bağımlı hale getirilmiÅŸ Türkiye gibi ülkelerden doÄŸal kaynakları, kültürel mirası, kentleri kar temelli dönüştürerek elde edilen faiz gelirleri, para ekonomisini dünya tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar önemli hale getirdi. Burada Yunanlı bir akademisyen dostun anlattığı bir öyküyü alıntılamadan edemeyeceÄŸim. “100 Avronun öyküsü” demiÅŸti buna. Bir gün Amerikalı bir turist Atina’daki bir otelin lobisine gelir. Resepsiyon deskine 100 Avro koyar. “Otelinizde kalmayı düşünüyorum. Ama emin olmak için önce odalarınızı gezmek istiyorum. Bu para da iyi niyetimin ve ciddiyetimin göstergesi” der ve yukarı çıkar. Otel sahibinin aklına komÅŸu esnaflara olan borcu gelir. Müşteri geri gelene kadar deskteki parayı alır yandaki manava koÅŸar. Ona olan 100 Avro borcunu öder. Manavın da iki hafta kadar önce gelen bir akrabası otelde kalmıştır ve otel sahibine 100 Avro borcu vardır. Otel sahibinden aldığı 100 Avroyu geri verir. Otelci geri döner ve hiçbir ÅŸey olmamış gibi parayı tekrar deske geri koyar. Bu arada Amerikalı turist geri gelir. “Otelinizi beÄŸenmedim” der ve deskte duran parayla purosunu yakıp tüttürmeye baÅŸlar. Otel sahibi ÅŸaÅŸkınlık içinde bakarken “üzülme zaten sahteydi” der. Bu ve bunun gibi öyküler hiç de sanıldığı kadar abartılı ve de insaflı olmayabilir. Gerçek dünyada Amerikan sermayesi en baÅŸta otelin yapımını finanse eden, her yıl karını faiziyle birlikte alarak giden ÅŸirket de olabilirdi.
Peki, nasıl oluyor da bu kadar kırılgan bir ekonomi, dünya gelir dağılımının bu derece adaletsiz hale gelmesine sebep olan parasal sistem, devam edebiliyor? Elektronik olarak bir tuÅŸa basılarak yapılan ve tüm sistemi borç ile döndüren mekanizma gerçek emeÄŸi, üretimi, alın terini yönetebiliyor, getirilerini alıp gidebiliyor? Bu sorunun yanıtı yakın zaman kadar küreselleÅŸme süreci etrafında çizilen iyimserlik halesi ile anlaşılır hale gelmekteydi. Ä°kinci Dünya Savaşının hemen sonrasında doları küresel para birimi statüsüne taşıyan Bretton-Woods anlaÅŸmasında ortaya konan altın denkliÄŸinin dahi bulunmadığı bir ortamda, zenginliÄŸin küresel olarak serbest piyasa koÅŸullarında paylaşılacağına olan inanç bu düzenin sorgulanmasını da engelliyordu. Ancak, alttan alta yürüyen bir baÅŸka süreç yakın zamanda küresel para ekonomisini derinden sarsan etkiler üretmeye baÅŸladı. Bu süreç coÄŸrafi olarak dünyanın merkezinin kayması ile çok yakından iliÅŸkili görünmektedir. Bir süredir, dünyanın iktisadi ağırlık merkezi tarihsel süreçte tersine dönmüş ve tekrar batıdan doÄŸuya doÄŸru kaymaya baÅŸlamıştır. McKinsey & Company’nin küresel sistemde ekonomik ağırlık merkezini hesaplama giriÅŸimi çok ilginç bir durumu ortaya sermekte. AÅŸağıdaki ÅŸemada da izlenebileceÄŸi gibi, miladi takvimin baÅŸlangıcında, dünyanın iktisadi ağırlık merkezi Hazar Denizinin doÄŸusunda, medeniyetin tarihte ilk ortaya çıktığı yerlerden birisi olan Hindistan’daki Ä°ndüs Vadisi yakınlarında görünmektedir. Bu ağırlık merkezi neredeyse 1800 yıl boyunca sadece dikey olarak yukarı doÄŸru yer deÄŸiÅŸtirir. Ancak, 1820’den 1913 tarihine birdenbire Norveç civarına doÄŸru kayar. Bunda Sanayi Devriminin, Osmanlı Ä°mparatorluÄŸunun yıkılmasının ve Birinci Dünya Savaşının etkisi olduÄŸu düşünülebilir. Ä°kinci Dünya Savaşı BaÅŸlarına kadar Dünyanın iktisadi ağırlık merkezi BirleÅŸik Krallığın batı kıyısına kaymıştır. Ä°kinci Dünya Savaşının da aslında dünyanın iktisadi ağırlık merkezinin Atlantik Okyanusunun ötesine kayması ile ilgisi olup olmadığı araÅŸtırılması gereken bir spekülasyon olarak düşünülebilir. SoÄŸuk Savaşın baÅŸlangıcında, 1950’lerde dünyanın ağırlık merkezi Amerika BirleÅŸik Devletlerinin doÄŸu kıyısına kaymıştır. SoÄŸuk SavaÅŸ yılları boyunca 1980’lere kadar ağırlık merkezi tersine hareket eder. Sovyetlerle Amerika BirleÅŸik Devletleri arasındaki rekabetin etkisiyle Atlantik Okyanusu sınırları içinde kalır. 1980 sonrasında küreselleÅŸme adı verilen sürecin baÅŸlamasıyla birlikte, finans sermayesinin önündeki sınırlar kalkıp elektronik para-borç-faiz-borç-elektronik para dönemi baÅŸlayınca dünyanın iktisadi ağırlık merkezi yaklaşık yüz yıllık bir aradan sonra tekrar Avrupa’nın kuzeyine geri döner. 2010 yılında Urallar civarında olduÄŸu, 2025 yılı civarında ise yeniden miladi takvimin baÅŸlangıcındaki yerine geri döneceÄŸi öngörülmektedir. Yani, dünyanın iktisadi ağırlık merkezi iki bin yıllık bir süreç sonucunda baÅŸladığı yere dönmek üzeredir. Bunun jeopolitik anlamı, dünyadaki iktidar odağının batıdan doÄŸuya kaymasıdır. Açıkça, karşılığı olmayan paraya ve borca dayalı finansal sistem, iktidar odağının batıdan doÄŸuya kaymasına engel olamamaktadır. Bunda yükselen Çin ve Hindistan gibi büyük güçlerin reel sektörleri ile Asya’daki doÄŸal kaynak zengini ülkelerin artan güçleri etkili olmuÅŸtur. Peki, tüm bunlar yaÅŸadıklarımızla nasıl iliÅŸkileniyor?
Dünyanın iktisadi ağırlık merkezinin batıdan doÄŸuya kayması aynı zamanda ilginç bir baÅŸka olgu ile yakından iliÅŸkili görünmektedir. Tüm dünyanın kentleÅŸtiÄŸi bir süreçten geçiyoruz. 2000’lerin ortalarından beri dünyanın kentli nüfusunun toplam nüfusun yarısını aÅŸtığı bilinen bir gerçek. Bu kentleÅŸme sürecinin motor gücünü oluÅŸturan ülkelere baktığımızda ise daha ilginç bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Dünyanın iktisadi ağırlık merkezinin ÅŸu anda bulunduÄŸu noktadan geçen bir eksende bulunan, Türkiye dâhil ülkelerin büyük bir kısmı kentleÅŸme sürecinin son çeyreÄŸinde bulunuyor. Yani toplam nüfusun %60 ila %80 arasında büyük oranda gençlerden oluÅŸan bir kısmı kentlerde yaşıyor, kentlerin toplumsal dinamikleri karmaşık deÄŸiÅŸkenlere baÄŸlı. Bu coÄŸrafya aynı zamanda son on yıldır dünyada yaÅŸanan neredeyse tüm çatışmaların savaÅŸların bulunduÄŸu bölgede yer alıyor. Kabaca kuzey Buz denizinden baÅŸlayarak en güneyde Güney Afrika’nın ucuna, Ãœmit Burnuna kadar uzanan bir hat hem dünyanın iktisadi ağırlık merkezinin geçtiÄŸi bir eksende, hem de dünyanın kentleÅŸme dinamiklerinin ÅŸekillendirdiÄŸi bir düzlemde yer alıyor. Bu hatta Ukrayna, Suriye, Arap Baharını yaÅŸayan ülkeler, Karadeniz, Sahra altı Afrika ve daha birçok sorunlu bölge yer alıyor. KuÅŸkusuz, bu coÄŸrafyanın sorunlarının tarihsel ve coÄŸrafi birçok baÅŸka kökeni de bulunmaktadır. Ancak, mevcut iktisadi düzen içerisinde son dönemin kangren olmuÅŸ tüm sorunlu bölgelerinin bu hatta sıralanmış olması da sorgulanması gereken bir durum olarak önümüzde duruyor.
Burada belli düzeyde spekülasyonda bulunabiliriz. Finans sermayenin doÄŸudaki reel ekonomi karşısında dünyanın iktisadi ağırlık merkezinin daha da doÄŸuya kaymasını engellemek için küresel bir fay hattı oluÅŸturduÄŸu söylenebilir. Bu hattaki sarsıntılar ve artçıları, doÄŸudaki yükselen iktisadi güçlerin uzun dönemli istikrara kavuÅŸmasını engellemek için ortaya çıkarılmış olabilir. Politik ekonomi alanındaki son dönem tartışmalar ve mevcut bazı geliÅŸmeler bu durumu açıklamak için kullanılabilir. Paranın reel ekonomi ile iliÅŸkisinin koptuÄŸu, parasal kaynakların güvenilirliÄŸinin askeri güç ve sosyal iliÅŸkiler ile saÄŸlandığı bir dünyada ekonominin istikrarı için iki temel unsur gerektiÄŸi ifade edilmektedir. Bunlardan birincisi güven ve umut kavramlarıdır. Nitekim son dönemlerde Nobel alan iktisatçıların önemli bir kısmının tüketici güveni üzerine çalışıyor olması tesadüf deÄŸil. Ä°kincisi ise korku ve tedirginliÄŸin yarattığı teslimiyet duygusudur. Naomi Klein “Åžok Doktrini” adlı tezinde, siyasi ve iktisadi olarak kaynaklarının baÅŸka toplumlara aktarılması karşısında toplumların teslimiyetçi kılınmaları için çatışmaların ve terör gibi faaliyetlerin nasıl araçsallaÅŸtırıldığını ortaya koymaktadır. KüreselleÅŸmenin umut ve güvene dayalı bir süreçle batıdan doÄŸuya iktidar kaymasını engelleyemeyeceÄŸi ortaya çıkınca, korkuya dayalı ÅŸok doktrinlerinin hâkim kılındığı bir fay hattının yaratılması öngörülmüş olabilir. Belli ölçüde bir komplo teorisi gibi dursa da bu tür bir deÄŸerlendirme küresel dünyanın barış ekseninde yeniden yapılandırılması için bir baÅŸlangıç noktası oluÅŸturabilir. Yani Türkiye’nin de içinde bulunduÄŸu bu küresel fay hattı mümkün olduÄŸu kadar istikrarsızlaÅŸtırılarak finans sermayenin iktisadi ağırlığı korunmaya çalışılmaktadır.
Ancak, bu tür bir durumun bile finans sermayenin güç erimesini engelleyemediÄŸi görülmektedir. Arama motorlarının tarayamadığı derin internet üzerinde bitcoin adı verilen bir para birimi ile inanılmaz büyüklüklerde kayıtdışı ve hatta gayrı meÅŸru ticaretin dönmesi bunun iÅŸaretlerinden birisi olarak görülebilir. Hiçbir devletin garanti altına almadığı 1 bitcoin’in 1000 Amerikan Doları üzerinde deÄŸere sahip olması, meÅŸru finansal çevrelerin içine girdiÄŸi gayri ahlaki yoz düzenin Snowden ve Assange’nin sızdırdığı belgelerde tüm çıplaklığı ile ortalığa saçılması bu çerçevede deÄŸerlendirilebilir. Öte yandan esas sorun bu küresel fay hattında oluÅŸan artçı sarsıntıların denetlenemez biçimde tüm dünyayı bir terör dalgasına teslim etmesidir. Müslümanların ağırlıklı olduÄŸu ülkelerde geleneksel mezhep ve cemaatlerin iktidara gelince yozlaÅŸması ve Batı kaynaklı etkilerle ağırlık kazanan Selefi akımların aşırı radikalleÅŸmiÅŸ ve yer altında güçlenmiÅŸ terör odakları yaratması fay hattındaki sarsıntıların önce Avrupa’yı daha sonra da tüm dünyayı etkisi altına almasına sebep olmaktadır. Ä°stikrarsızlaÅŸan ve parçalanan devlet yapıları da bu durumun daha da güçlenmesine sebep olmaktadır. Bu küresel fay hattının çözüm deÄŸil sonun baÅŸlangıcı olduÄŸunu görmezsek korkarım daha kötü günler bizi bekliyor.
Peki, küresel jeopolitik açısından çözüm nerede? Çözümün yapısal olarak kapitalist sistemin dönüşümünde olduÄŸu aÅŸikâr. Ama kan ve gözyaşı ırmaklarını durdurmak için yapacak baÅŸka ÅŸeyler de olmalı. Öncelikle, bu küresel fay hattının küresel ekonominin ürettiÄŸi bir durum olduÄŸu açıkça ifade edilmeli. Her depremde olduÄŸu gibi, toplumsal yapıların güçlendirilmesine ihtiyaç var. Bu güçlendirmenin de iki boyutu olmalıdır. Birincisi güçlendirmeye hala istikrar adası niteliÄŸindeki yerlerden baÅŸlanmalı. Türkiye gibi ülkeler hala bu sınıfta diye düşünüyorum. Ama açık bir strateji ile güçlendirmenin derinleÅŸmesi ve tüm fay hattına yayılması için çaba harcanması gerekiyor. Burada kentleri teröre karşı dayanıklı hale getirmek için gerekli önlemleri almak, yaÅŸanabilir kılmak önemli bir adım olarak öne çıkmaktadır. Sosyal adalete dayalı bir toplumsal dinamiÄŸin üretilmesi bu anlamda teröre karşı direnç oluÅŸturmada çok önemli görünmektedir. Demokratik standartların ve insan hak ve özgürlüklerinin geliÅŸtirilmesi için çaba harcanması bir diÄŸer önlemdir. Ä°stikrarın iktidar istikrarı olarak deÄŸil, hak ve özgürlüklerin kullanımı açısından istikrar olarak ele alınması yaÅŸamsaldır. Son olarak tarihin birçok aÅŸamasında görüldüğü gibi, yaÅŸanan sürece karşı söylem üretecek bir düşün merkezinin kurulması çok önemlidir. Son dönemde piyasa için çalışan ve üreten merkezlere dönüştürülen üniversiteler yerine, özellikle dini inanışların selefileÅŸmesini önleyecek teori ve pratikleri toplumsal düzlemde tartışacak ve sonuca dönüştürecek çok uluslu yeni bir yapılanmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Özellikle temel bilimler alanlarındaki son dönem geliÅŸmelerin ışığında ahlaki ve dinsel yaklaşımları geleneÄŸi de dikkate alarak yorumlayacak güçlü bir entelektüel merkezin oluÅŸturulması ve bunun tüm fay hattı boyunca etkin olması için önlemlerin alınması gerekmektedir. Modern çağın Nizamiye Medresesine her zamankinden çok ihtiyaç duyulmaktadır.
YaÅŸanan korkunç olaylar karşısında ön alabilmek ve umutsuzluk zincirini kırabilmek için bu tür bir yeni çerçeve ile düşünmeye ihtiyacımız var. Alışmamak için direniyoruz. Ama kar ve haz bağımlısı küresel dünya çoktan alıştı ve alışmak istiyor. Siyasi yelpazenin neresinde duruyorsak duralım bildiklerimizin sınırları ötesine geçmemiz ve yeni bir ÅŸeyler söylememiz gerekli. BaÅŸka çaremiz yok…