GÜNCELKENTPOLİTİK GÜNDEMKÜLTÜR SANATBASINDANYAZARLARSOBEDENSOBELEDİKLERİMİZRÖPORTAJLARGEZENTİYUMURTALAR
Ara
Ankara’da devrimci olmak

Ankara’da devrimci olmak

Can Soyer

Ankara’da yaşayan devrimcilerin en fazla maruz kaldıkları sorulardan biri “Ankara’nın nesini seviyorsun”dur herhalde. Konu genellikle müstehzi ve alaycı ifadelerle açılır, ardından kent planlaması ve yaşam alışkanlarına gelir, nihayet devrim stratejisi açısından da ele alınarak sonuçsuz biçimde kapatılır.

Çoğunlukla da Ankara’nın griliği, her yerinin devlet kurumlarıyla dolu olması, fazlasıyla militarist bir görünüm arz etmesi, meşhur ayazı ve soğuğu ile İ. Melih Gökçek’le aynı kentte yaşamanın talihsizliği gibi iddialar dile getirilir Ankara’nın “çirkinliği”ne dair. İşin garibi, Ankara’yı sevenler de bu iddiaların hiçbirini reddetmez, aksine bütün bu özelliklerine rağmen Ankara’nın güzel yanlarını sıralarlar.

Kuşkusuz bu tartışmanın ekseninde “güzel” ile ne kastedildiği durmaktadır. Burada da tercihler kişiselden toplumsala, estetikten işlevselliğe, stratejiden ekonomiye kadar geniş bir skala oluşturur. Sonuçta böylesi bir tartışma ile ne Ankara’yı birine sevdirmek mümkün olur, ne de bir Ankaralıyı sevdasından vazgeçirmek.

Çünkü Ankara’nın güzel yanı, Ankara’da devrimci olmaktır aslında. Nasıl Ankara’da yaşayıp da devrimci olmayan biri Ankara’yı pek sevemezse, devrimci olup da Ankara’da yaşamayan biri de Ankara’yı sevemeyecektir. Devrimci olmak, Ankara’yı sevmenin ilk ve vazgeçilmez koşuludur aslında.

Ankara’da devrimci olmak, bir kentin çirkinliğine değil, nasıl çirkinleştirildiğine tanık olmaktır çünkü. Sokakları, caddeleri, meydanları zevksiz ve iç karartıcı bir barbar istilası altında olan bir kentte yaşamak, mücadelenin her an devam etmekte olduğunu, bir sokak ötede, karşıki caddede, ilerdeki meydanda hala kurtarılabilecek şeyler olduğunu bilmektir.

Ankara’da devrimci olmak, yaşadığımız ülkenin kimler tarafından ve nasıl bir zihniyetle yönetildiğini bilmek ya da anlamak değil, bizzat deneyimlemektir çünkü. Bir gün evden çıktığınızda sokağınızın kapatılmış olduğunu, bırakın başbakanı falan, alelade bir milletvekili geçecek diye saatlerce trafikte beklemeniz gerektiğini görmektir.

Ankara’da devrimci olmak, dayağı, copu, gazı polisten değil, devletten yemektir çünkü. Halka saldırının en sistematik hale gelmiş biçimini, koca bir kentin sadece büyük eylemlerde değil, olağan günlerde dahi bir cezaevine dönüştürülmesini dolaysız olarak gözlemlemektir.

Ancak Ankara yine de güzeldir. Ankaralı devrimciler, yukarıda sayılanlara ve buna eklenebilecek onlarca gerekçeye bakıp öfkelenirken, bir yandan da Ankara’yı sevmek için nedenler yaratmaya çalışırlar. Ve bulurlar da…

Bunlar arasında bir tanesi vardır ki, bir Ankaralı devrimcinin asla üzerinden söküp atamayacağı yoldaşlık bağıdır o da.

Ankara’da devrimci olmak, yoldaşlığın bir bilinç olmanın ötesine geçip, bir bağlılık ve hatta bağımlılık olması demektir çünkü. Bir devrimci için Ankara, herhangi bir kent değil, yoldaşlarıyla paylaştığı ve hep birlikte güzelleştirmeye çalıştığı bir ortak mekandır.

Ankara’da devrimci olmak, her sokakta bir tanıdığını, sevdiğini, arkadaşını görebilmek demektir çünkü. Kalabalıklar içine girip kaybolmak için değil, bir yoldaşının selamını alabilmek, bir dostunun yüzünü görebilmek içindir.

Ankara’da devrimci olmak, gece yarısı biten bir toplantıdan sonra kol kola girip gidilecek yolu birlikte tepmek ve en yakındaki yoldaşının evine misafir olmaktır çünkü. Evler kişisel özgürlüklerin ya da özelleşmiş zamanların değil, yoldaşlığın ve paylaşmanın ortamıdır.

Ankara’da devrimci olmak, yoldaşlarına kavuşabilmek ve ulaşabilmek demektir çünkü. Bir hastalıkta ya da üzüntüde hemen bir araya gelebilmek, ihtiyaç duyulan ilgiye ya da yardıma en kısa sürede ulaşabilmektir.

Ankara’da devrimci olmak, yarılan kafanı yoldaşının dikmesi, bozulan cihazını yoldaşının onarması, acıkan karnını yoldaşının doyurması demektir çünkü. İnsanların hukuksal ya da idari bir bağla değil, güvençle, inançla ve sevinçle örülmüş bir birliktelik kurabilmesidir.

Ankara’da devrimci olmak, şehir dışından yoldaşların geleceğinde heyecanlanmak, beklerken sabırsızlanmak demektir çünkü. Misafirin kim tarafından ağırlanacağı hakkında küçük çekişmeler yaşamak, evin en rahat köşesini ona ayırmak, onun hiçbir zaman kalıcı olmadığını bilip hüzünlenmek, ama yine de bir umutla ona Ankara’yı sevdirmeye çalışmaktır.

Ankara böyle böyle sevilir, Ankara’yı sevmek için türlü gerekçeler üretilir, giderek Ankara farkında olunmadan sevilen bir kent haline gelir.

Bir de Ankara’nın o acımasız soğuğu olmasa; belki o zaman Ankara’yı sevmek biraz daha kolaylaşırdı diye düşünmemek elde değil. Ama yoldaşlık o soğuğun da hakkından geliyor. Önce Filistin için İnsanlık Nöbetleriyle, ardından Tekel işçilerinin direnişiyle, en son Hopa davasıyla her yıl tekrarlanan bir yoldaşlık biçimi, artık Ankara’da bir gelenek olmayı başardı herhalde.

O halde şunları da ekleyebiliriz listeye:

Ankara’da devrimci olmak, aynı zamanda Ankara’nın ayazına ve soğuğuna birlikte dayanmak, iliklerine işleyen soğuğa rağmen bir bardak çayın sıcaklığıyla direnmek, yoldaşının sırtını sıvazlayarak onu ısıtmaya çalışmak demektir bir de.

Ankara’da devrimci olmak, eldiveninin tekini yoldaşınla paylaşmak, gelen çorbayı birlikte kaşıklamak, nöbet değişimi geldiğinde kendini hep en sona saklamaktır.

Ankara’da devrimci olmak, sokakta yakılan küçücük bir ateşin etrafında kenetlenmek, sıcaklığın fazlasını çalmamak için dikkat etmek, o söylemese de yorulduğunu fark ettiğin yoldaşını dinlenmeye göndermek için bahaneler uydurmaktır.

Ankara’da devrimci olmak, nöbette olmasan da evinde tetikte beklemek, en kalın giysilerini ayırıp yoldaşlarına vermek, hatta biraz da o anda nöbet sırası sende olmadığı için kıskanmaktır.

İşte Ankara, bu yoldaşlığın arka planı, karşılıklı bağlılığın dekoru, paylaşılan ve böylece sürekli üretilen bir ilişkinin sahnesi olduğu için sevilir. Ankara, ancak emek harcanarak, emek harcandıkça sevilir.

Belki de Ankara’da kentin kendisinden çok, yoldaşlarınla ortak bir varoluşa sahip olmak duygusu sevilir.

Ankara, yalnızca devrimci olunarak sevilir…

Kaynak: haber.sol.org.tr  


Toplam Görüntülenme : 83565
Kategori Haberleri

Marmara Köşkü’nün yıkımına kimse kılıf bulmasın bu bir suçtur
Marmara Köşkünün yıkımı tartışmaları devam ediyor, Mimarlar Odası Ankara Şubesi yıkım ile ilgili kurum ve kişiler hakkında suç duyurusunda bulundu. Yeniden yapılacak tartışmalarına ilişkin ise  mimarlar "hiçbir şey yıkımı meşrulaştırmaz bu bir suçtur" diye tepki gösterdi.
22 Mayıs 2016
“Azmetiricileri tanıyoruz, hesap verecekler”
Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Cumhuriyet’in simge mekanlarından birisi olan Atatürk’ün tarihi Marmara Köşkü’nün yıkımına neden olanların peşini bırakmıyor. “Azmettiricileri biliyoruz, belleğimiz direnecek. Bu tarihsel mimari cinayete sebep olanlar hesap verecek” diyen Mimarlar Odası Ankara Şubesi, yıkımda sorumluluğu olan kamu kurumları ve yetkililer hakkında suç duyurusunda bulundu. Yıkım sürecinde görev alanların, yıkım sürecindeki uzmanların ve Marmara Köşkünün yıkım sürecinin kayıtlarının ve malzemelerinin peşine düştü.
20 Mayıs 2016
HARAMİLERİN HALKIMIZA 19 MAYIS ARMAĞANI
Bu topraklarda tek bir metre yeşil alan, tek bir özgür nefes, tek bir onurlu insan, dillerindeki ve kültürlerindeki farklılığı bir zenginlik olarak görerek kardeşçe yaşayan halk topluluğu bırakmamak için yağmayı talanı ve yalanı sürdürüyorlar.
20 Mayıs 2016
Atatürk’ün Tarihi Marmara Köşkü yıkıldı
Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Cumhuriyet’in simge mekânlarından, Atatürk’ün çiftlik evi olarak Ernest Egli tarafından tasarlanan Marmara Köşkü’nün yıkıldığını bildirerek, “Üzgünüz, öfkeliyiz. Bu öfke sadece bizim değil bütün toplumun olmalı. Değerlerimizi kaybetmeye başladıkça geleceğimizi kaybedeceğiz, çocuklarımızın geleceği tehdit altında” diyerek tepki gösterdi.
18 Mayıs 2016

<<< <
36 37 38 39 40 41 42 43 44 45
> >>>

Yorumlar
Yorum eklenmemiş.
Yorum için giriş yapınız!